Evimde rakı bardakları soy ağacıdır,
annemle babamın gülüşleri önce şişelere çalındı.
İnsanlar gürültüydü, ben altyazısız kaldım hep,
neon tabelalar, cilalı aynalar, kahkahaların yüksek volümü üstüme kapandı.
Susmanın soyadı olur mu, benim oldu yıllarca;
kalabalıkta başrolü dublörlerime verdim, kendim figürandım.
Sevilmek için değil, görünmek için içtim ben,
cesurdum sandılar, kadınlar da öyle sandı, ben de inandım buna.
Tıklanmak isteyen bir profil gibiydim, gözler üzerimde olsun istedim,
içki sanki hayat CV’me sahte yetkinlikler ekliyordu.
Korkum vardı ama gizliydi, cesaretim ödünçtü,
içimden çıkmaya başlayan maymun hiç doymuyordu, sürekli açtı.
Kalabalıkta değil, kalabalığa oynuyordum aslında,
insanlara karıştım, karıştım, karıştım…
içince herkes beni sever sandım,
oysa ben herkese sadece katlanır olmuştum.
Günde bin kez gülerdim, gece olunca tanıyamazdım kendimi,
kalabalık beni öğrendi, ben kendimi unuttum;
ilk ben konuştum, en son içki,
gülerdim ama saymazdım kendimi, saydım bir gece… çıkmadı.
Bardak parlar, yüz kararır; bunu muslukta fark ettim,
içince açılır sandığım kapının ardı yine bendim.
Bir yudum daha istedim, bir yudum daha aradım,
bir yudum daha… yoktu, sadece ağır bir sessizlik vardı.
Beni kaldırmıyordu, beni doldurmuyordu,
beni izleyen tek kişi içimde sakladığım kişiydi.
Gülerdim ama saymazdım kendimi, saydım yine… çıkmadı;
“öldüm” dedim, “öldü” dedik, “öldük” sandık, içimde bir yer “ölü” diye fısıldadı.
Bir gün uyanınca utandım kendimden değil, uyanamamaktan,
yorgunluğu değil, yerimde saymayı affedemedim.
İlk kez kaçmadım, kendime döndüm ama dokunmadan duramadım,
beklemekten nefret ettim, bırakmak için bir kahraman beklemeyi bıraktım.
Gülüşümün altında solan bir çocuk duruyordu,
ona borçluydum kalkmayı, yoksa hikâye yarıda kalacaktı.
Titreyen elim bana “devam et” demiyordu,
“denemeden gitme sakın” diyordu kısık bir sesle.
Annemle babamın gölgeleri beni yıkmadı,
onlardan farklı bir sabah borç aldım kendime.
Benim devrimim ayağa kalkmak değildi aslında,
yerde kalmayı reddetmekti, bunu anlayınca doğruldum yavaşça.
Şişe devrilmedi, ben doğruldum usulca,
bırakmak zafer değil, uzun bir antın devamıydı.
“Bugün içmiyorum” dediğim ilk sabah
benim hayatımdaki ilk dürüst cümle oldu.
Artık kadınlar sahnede değil,
ben konuşurken gerçekten ben varım.
Kalabalığa oynamıyorum, kalabalıkla yan yana oturuyorum,
ne eksik ne fazla, olduğum kadarım.
Karanlığı çürüme değil, eşiğin gölgesi bildim,
güneş hâlâ aynı yerden doğuyor, bu değişmedi.
Ben aynı adam değilim artık,
ama aynı ailedenim: yaralı ama yaşayan bir dalıyım.
Yolumu kimse açmadı, ben karanlığın içinden geçip
kendime kapı oldum, kendi elimi tuttum.
Şimdi sesim titremez, sözüm geri adım atmaz,
gülerim çünkü korkuyu değil, yönümü sayarım artık.
Kabuğumdan çıkınca sevdim insanları yeniden;
içmeden de konuşabildiğimi görünce barıştım kalabalıkla.
Benim sabahım sizinkine benzer şimdi,
eşit ve gerçek, ne yukarıda ne aşağıda.
Eğer bir şişe seni çağırıyorsa bil ki ses senin içinden gelir,
cesaret dışarıdan değil, senden doğar; ödünç değil, senindir.
Çünkü dimdik denilen “hayır” kaçmak değildir,
var olmaktır, kendine “buradayım” demektir yüksek sesle.
Karanlık seni ufaltmaz, içinde bir ışık bekletir sadece,
ben kurtuldum diye değil, sen de kurtul diye anlatıyorum bunları.
Güneş aynı yerden doğar her sabah,
ama herkes kendi yerinden parlar, bunu biliyorum artık.
Ve inan bana:
ben bir gökkuşağıyım, karanlıkta bile sevinci taşırım;
sönmem, kaybolmam, sadece gölgelerden çıkarım,
renkten renge bölünür, çizgi çizgi çoğalır, başkasına da umut olurum.
photo by Aslı Çelikel








